11 Nisan 2012 Çarşamba

8. BÜYÜK GÜÇ OLARAK RADYO






                                     8. BÜYÜK GÜÇ OLARAK RADYO



Joseph Goebbels


                                                                             Almanca aslından çeviren: Aysu YAVUZ

                                                          






                                                          Dr. Göbbels 18 Ağustos 1933 tarihinde düzenlenen ilk Nasyonelsosyalist
                                                           Radyo Fuarının açılış konuşmasında; eski sistemin ortadan kaldırdığı Radyo 
                                                           Politikasını eleştirerek, nasyonelsosyalist devlette radyonun umut dolu ve
                                                           başarılı görünmesini sağlayan reformu ve yeniden biçimlenmesini anlattı.

Yoldaşlarım,

Napolyon, basının 7. güç olduğuna işaret eder. Basın, Büyük Fransız Devrimi´nin başlangıcı itibariyle siyaseten görünür ve etkileyici bir anlama kavuşmuş ve varlığını 19. yüzyıl boyunca muhafaza etmiştir. Yüzyılın siyasi görüşü esas itibariyle basın tarafından belirlenmiştir. 1800 ve 1900 yılları arasında meydana gelen belli başlı tarihi olayları gazeteciliğin güçlü etkisi olmadan kavramak pek mümkün değildir.

Basın 19. yüzyılda ne anlama geliyorsa, 20.yüzyılda da radyo aynı anlama gelecektir. Dolayısıyla Napolyon’un ifadesi günümüze uyarlandığında radyonun “8. büyük güç” olduğu söylenebilir. Radyonun icadı ve uygulamasının, insanların günlük toplumsal yaşamında gerçekten devrimsel bir anlamı vardır. Belki gelecek nesillerin, tıpkı Fransız Devrimi patlak verene dek büyük etkiye sahip olan matbaa gibi, günümüzde de radyonun kitleler üzerinde manevi ve ruhsal etki yaratan bir icat olduğunu fark etmeleri gerekmektedir.

Weimar Cumhuriyeti hiç bir suretle radyonun bu geniş kapsamlı anlamını tahmin ve idrak etme kabiliyetinde değildi. Hatta halkı bilinçlendirip onları siyasete katılmaya teşvik ettiğini iddia edenler dahi kitleleri etkileyen bu modern yöntemin olanaklarını görmekten acizlerdi.

En azından, ekmek ve temel yaşam gereksinimi çeken halkı, ulusal ve sosyal yaşamlarında çektikleri zorluklardan oyun ve eğlenceler yoluyla uzaklaştırabildikleri bir araç olarak kullanmayı akıl edebildiler. Ancak radyonun siyasi amaçlar için kullanılmasına çekingen yaklaştılar. Diğer her şeyde olduğu gibi, radyoyu da göstermelik nesnelliğin pasıyla örttüler. Radyonun geliştirilmesini teknik ve idari uzmanlara bırakıp, işlevini yalnızca belirli içsel kriz zamanlarında partinin emellerine hizmet etmesi için sınırladılar.

Açıktır ki, aynı bizim öncülüğünü yaptığımız Halk ayaklanması gibi, modern ve ilerlemeci bir milli siyasi isyan, radyonun soyut ve ölü yöntemlerle yürütülen çalışma alanlarında da patlak vermelidir. Eski rejim boş devlet dairelerini doldurmakla ya da sosyal yaşamın içeriğini ve özüne dokunmadan sadece suretleri değiştirmekle yetiniyordu. Diğer taraftan biz ise tüm toplumda ilkeli ve ideolojik bir dönüşüm başlattık; hiç durmayan, toplumun tüm kesimlerini ve bakış açılarını içine alan en büyük devrimi gerçekleştirdik.

Son altı aylık süreçte siyasetten anlamayanların dahi gözünden kaçmayan bu olay elbette tesadüf değildi. Planlı bir şekilde düzenlendi ve hazırlandı. 30 Ocak´a kadarki zamanı bu dönüşümü gerçekleştirmek için güç toplamaya harcadık. Son altı ayda ise kazandığımız gücü kullanamaya harcadık.

Ne iktidarda olmayı ne de bu gücü kullanmayı radyo ve uçak olmadan başaramazdık. Radyo ve uçak olmasaydı Alman devriminin, en azından bu biçimde, gerçekleşemeyeceğini söylemek hiç de abartı olmaz.
Gerçekte bu, modern bir devrimdir ve iktidarı ele geçirip gücü kullanmak için en modern yöntemlerden yararlanılmıştır. Bu yüzden devrimle başa gelen rejimin radyoyu ve onun sunduğu imkânları inkar edemeyeceğini söylemeye gerek yoktur. Aksine, eğer bu devrimin tarihe karşı koyması gerekiyorsa, radyonun bizden önceki ulusal inşa çalışmasını denetim altına almak için kullanılmasına karar verilmiştir.

Bu, diğer taraftan, radyonun manevi ve örgütsel bütünlüğüne atıf yapan bir dizi etkili reform anlamına gelmektedir. Bu reformlar bir yandan kısa ve uzun vadede radyonun gelişimini ve organik sürekliliğini garantileyecek; öte yandan halkımızın çağdaş toplumsal yaşam tarzına uyumlu hale getirilmesi için radyonun yapısında bütüncül bir değişim yaşanacaktır.

Başka her alanda olduğu gibi değişim öncelikle manevi alanda olmalıdır. Radyo, teknik imkansızlıkların büyük boşluğundan çıkarılıp çağımızın manevi bolluğuna taşınmalıdır. Radyoyu, yaşanılan zamandan bağımsız olarak ele almak mümkün değildir. Radyonun, zamanın ihtiyaç ve taleplerini dikkate alma ve harekete geçirme sorumluluğu diğer toplumsal ifade yollarından daha fazladır. Zamanın sorunlarına parmak basmayan bir radyo geniş kitleleri etkileme imkanından mahrumdur. Yakında boşlukta debelenecek ve teknisyenlerle deneycilerin oyuncağı olacaktır. Kitlelerin çağında yasıyoruz; zamanın büyük olaylarının birer parçası olmak isteyen kitlelerin çağında... Manevi akım ile ulus; fikir ile insan arasındaki ilk ve en etkili araç radyodur.

Bu, açıkça anlaşılan ve aynı zamanda kolayca harekete geçiren bir yöntem gerektirmektedir. Bu konuyu entelektüel yaşamın çeşitli alanlarında defalarca ifade ettim:  İnsanlar ya da eşyalar yönlendirilmeden olmaz. Buradaki yönlendirmenin etik olup olmadığı sözdeki değil özdeki değerlere bağlıdır. Bir şeyin halk için iyi, gereksiz ya da zararlı olup olmadığını yönlendirme ve hedefler belirler.

Yeniden büyük siyasi olayların güç merkezinde yer alabilmek için halkı bir arada tutmayı hedeflemiş bir devletin; ulusun tüm yönlerini kendi hedefine bağımlı hale getirme ya da en azından destekleyici olduklarından emin olma hakkı ve hatta görevi vardır. Radyo için de aynısı geçerlidir. Geniş kitlelerin iradelerini etkilemede ne kadar büyük bir öneme sahipse, ulusun kaderini belirleme sorumluluğu da o kadar büyüktür.

Bu, radyoyu partimizin siyasi çıkarlarına hizmet eden bir araç haline getirerek değerini düşüreceğimiz anlamına gelmemelidir. Yeni Alman politikası her türlü partizan sınırlamadan uzak durur. Halkın ve ulusun bütününe ulaşır; planladığı ya da çoktan başlattığı yeniden yapılanma çalışması tüm iyi niyetlileri kapsar. Bu büyük görevler çerçevesinde radyo, eğer varlığını sürdürmek istiyorsa kendi sanatsal ve manevi meşruluğunu sağlamalı, sürdürmeli ve aktif bir şekilde genişletmelidir. Sanatsal kapasitesi de daha önce hiç görülmemiş çağdaş teknik ifade araçları kadar modern ve özerktir. Radyonun sahne sanatları ve sinema ile uzak bir ilişkisi vardır. Güçlü bir sahne oyunu veya sinema filminin hiçbir değişikliğe uğramadan radyoya aktarılmasına nadir rastlanır. Radyo sohbetlerinin, dramanın, operanın ya da bir radyo oyununun kendine özgü tarzı vardır. Radyo asla sahne sanatlarının ya da sinemanın bir dalı değil, aksine kuralları olan bağımsız bir türdür.

Radyo çağdaş zamanın gerekleriyle ilgilenmek mecburiyetindedir. Çağın görev ve ihtiyaçlarıyla uğraşır. Güncel olaylara kalıcı ve tüm zamanları etkileyecek bir anlam kazandırma vazifesi vardır. Güncelliği en büyük tehlikesi ama aynı zamanda da en büyük gücüdür.  21 Mart ve 1 Mayıs tarihlerinde, büyük tarihi olaylara halkın tanıklık etmesini sağlaması, radyonun gücünün ve tehlikesinin en büyük kanıtıdır. Tüm halkımızı bahsi geçen bu tarihlerin ilkinde sıra dışı siyasi bir olayla, ikincisinde sosyo-politik önemde bir olayla tanıştırmıştır. Her iki olay da halkın bütününe, sınıf, mevki, din farkı gözetilmeksizin ulaşmıştır. Bunda Alman Radyosunun sıkı merkeziyetçi yapısının, güçlü habercilik anlayışının ve yenilikleri takip eden aktüel duruşunun payı büyüktür.

Çağa yakınlık, halka yakınlığı beraberinde getirir. Devrimimize “halkçı” denmesi elbette boşuna değil; devrimimiz halkın ta derinlerinden kaynaklanmaktadır. Halk tarafından halk için yapılmıştır. Mutlak bireyciliği tahtından edip, halkı yeniden merkeze taşımıştır. Büyük şehir entellektüelizminin ardında bıraktığı yalnız ve umutsuz yığınların bezgin şüpheciliğinden sıyrılmıştır.
Hükümet olarak bugün bizim üstesinden gelmeye çalıştığımız sorunlar sokaktaki insanların sorunlarıyla aynıdır. Radyo oyunlarında, konuşmalarda, nutuklarda, piyeslerde tartışılan sorunlar doğrudan halkı ilgilendiriyor. Radyo bu sorunları ne kadar iyi tanır, farklı yöntemler kullanarak anlaşılabilir ve uygulanabilir şekilde gösterirse; görevini o kadar iyi yerine getirmiş olur ve böylece insanlar da kendi sorunlarını halkın sorunu yerine koyup halletmeye çabalarlar.

Radyo politikalarımız bu ideal duruma gelinceye dek, uğraşılması gereken bir dizi hazırlık ve askıya alınmış birçok sorun vardır. Bunlar öncelikle organizasyon yapısına ilişkin sorunlardır. Muhtemelen bizden önce gelen, manevi ve siyasi görevlerin aksatıldığı dönemin sonucu olarak organizasyon sanatı dayanılmaz bir hal aldı. Dönemin bu hastalığı elbette radyo istasyonlarını da etkiledi. Burada da artık organize edilmesi gerekenler değil ne organize edilebiliyorsa o halledilmeye başlandı. Yüz tane aşçının olduğu yerde çorbanın tadının bozuk olduğu gibi, yüzlerce bürokratın çalıştığı bir ortam da manevi başarıyı bozar. Alman Radyoculuk Sisteminde ne kadar fazla kurul, denetleyici komisyon, müdür, bürokrat olduysa; siyasi başarı oranı da o kadar az oldu.
Başka yerlerle kıyaslarsak radyoda sorumluluk sahibi kişiliğe sahip insanlar bulmak daha zordur.  Radyo politikalarının zamana ve halka karşı esnekliğini, bu politikaların manevi enerjisini belirlemek daha doğrusu kısıtlamak kurul, komisyon ya da komitelerin görevi değildir ve olmamalıdır. Bu bağlamda açıkça ve kesin olarak liderlik ilkelerinin(Führerprinzip) uygulamalarına değineceğiz. 

Aşırı örgütlenme verimliliği azaltır. Ne kadar fazla çalışan bürokrat varsa içyapı o kadar belirsizdir, bireyin kendi başarısızlığını kurul ya da komitenin arkasına saklaması da bir o kadar kolaydır. Sadece bu kadar da değil. Aşırı örgütlenme yozlaşmanın başlangıcıdır. Sorumluluk kavramının içi boşalır ve zayıf karakterli kişilerin kamu nazarında kendilerini yüceltmelerine olanak sağlar.

Geçmişte Alman Radyosunun gidişatı böyleydi. Hak edilenden fazla verilen maaşlar, aşırı harcamalar, uçuk sigorta poliçeleri olumsuz sonuçlara yol açtı. Bugün bir zamanlar kendilerini “radyonun babaları” olarak tanıtanlara söylenecek söz onların radyoyu icat edenler değil, zor dönemlerde radyoyu hiç de verimli kullanamayanlar olduklarıdır. Onlar radyoyu yalnızca kendi çıkarları için kullanmayı bildiler. Eğer Alman radyosunu gerçekten icat edenler dolgun cüzdanlı ama boş vicdanlı servet avcılarıyla beraber anılmış olmasalardı, şüphesiz her şey çok daha iyi olurdu. Çünkü şu sözü unutmamak gerekir; “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!”

Özellikle belirtmeliyim ki, Nasyonal sosyalist devrimin hükümeti, düzen getirmek, hantal örgütlenmeyi en kısa sürede yok etme, bunun yerine sadelik ve tasarrufu getirme niyetlerinden hiçbir şey ve hiç kimse tarafından saptırılmayacaktır. Aynı zamanda bütün alanlarda sistemli bir şekilde üretimi arttıracağız. Halkımızın en güzel manevi değerlerini, özgürce ifade edilen dilekleri, ihtiyaçları, özlemleri ve umutları her yönüyle mikrofona taşıyacağız.

Radyoyu sadece parti çıkarları için kullanmak niyetinde değiliz. Eğlenceye, sanata, oyuna, şakaya ve müziğe geniş yer vermek istiyoruz; ancak tüm bunların günümüzle bağlantısı olması lazım. Her şey büyük yeniden yapılanma çalışmamızın izlerini taşımalı ya da en azından onun yolunda engel oluşturmamalı. Ama bunlardan daha önemlisi radyonun tüm etkinlikleri merkezileştirilmeli, liderlik ilkeleri uygulanmalı, manevi görevlere verilen önem tekniğin önüne geçmeli, belirgin bir dünya görüşü oluşturulup büyük bir esnekle aktarılmalı.

Biz halka ulaşabilen bir radyo istiyoruz; halk için çalışacak; hükümetle halk arasında aracı olacak; sınırları aşarak dünyaya devrimimiz, yaşamımız ve çalışmalarımızı yansıtacak bir radyo… Radyonun ürettiği gelir tekrar ona dönebilmeli. Gelirin fazlası bütün halkımızın manevi ve kültürel ihtiyaçlarına hizmet etmesi için kullanılmalı. Eğer sahne sanatları ve basın radyonun bu hızlı gelişiminden olumsuz şekilde etkilenecek olursa, gelirimizi radyo için kullanmak yerine entelektüel ve sanatsal değerlerimizin güçlenmesi için kullanmak da bir diğer görevimizdir. Çünkü radyonun amacı ulusun entelektüel ve kültürel hayatına gitgide zarar vermek değil; öğretmek, eğlendirmek ve halkı desteklemektir. Benim kısa ve uzun vadedeki önemli görevlerimden biri de, bu ilişkiyi dengede tutmak olacaktır. İnanıyorum ki bu radyo kadar sahne sanatlarının, basının ve sinemanın da yararına olacaktır.

Açılan bu fuarla birlikte, yeni radyo alıcılarının sistemli reklam kampanyası uygulanmalıdır. Geçmiş yıllarda edindiğimiz tüm propaganda tecrübelerimizi bu kampanyada kullanacağız. Amacımız, Alman radyo dinleyicilerini iki katına çıkarmak ve böylece radyo için gelir kaynağı oluşturmaktır. Bu da sadece radyoya başarı katmakla kalmayacak; elde edilecek gelir fazlasıyla ulus, sahne, sinema ve müziğin tüm entelektüel ve kültürel hayatını yenileyecek ve onlara geçim kaynağı oluşturacaktır.

Bu yılki Radyo Fuarı bu büyük görevler çerçevesinde açılmaktadır. Esas noktalarını ise  “Halkın Alıcısı”(Volksempfaenger-Nazi Dönemi radyosu) sayesinde oluşturur. Bu alıcının düşük fiyatı, geniş kitlelerin radyo dinleyicisi olmasına olanak sağlayacaktır. Bilim ve endüstri, hükümetin ve bütün halkın minnetini kazanmak için elinden geleni yaptı. Şimdi radyonun liderlik etme zamanı! Böylece ortak hedefimiz için çalışırken asla hataya düşemeyiz. Eğer bilim, endüstri ve yönetim el ele verir, onların bu ortak çabası da en yüksek siyasi iradenin kararlı tutumuyla desteklenirse, geçmişteki birçok hata ve eksikliği geride bırakarak Alman Radyosuna yeni kan getirebiliriz. Bu, sadece Alman siyasi yaşamında değil dünya radyoculuk çalışmalarına da yeni yollar açacaktır.

Bu yılki radyo fuarı bu görevin ağırlığını taşımalıdır. Bu bir ilk, bir başlangıç, Alman cesaretinin ve kendine güveninin bir ifadesidir.

Alman Radyosunun teknik, endüstriyel ve manevi liderliğinin şu andan itibaren ortak ve büyük amacımıza giden yolu açması en samimi dileğimizdir:

Tek halk, tek devlet, tek amaç ve
Almanya’nın muhteşem geleceği!

Bu duygularla 10. Alman Radyo Fuarını açıyorum.


                                                                            

Hiç yorum yok: