NEDEN "HALA" RADYO OYUNU?
1999 yılında
TRT İstanbul Radyosu’nda radyo oyunu yapımcılığına başladığım ilk günlerde
soranlara tam olarak ne iş yaptığımı anlatırken oldukça zorlandığımı
anımsıyorum. Bununla birlikte o
günlerden bu günlere kadar insanlara mesleğimden söz hala karşılaştığım
hiç ama hiç değişmeyen bir şey var. Öncelikle radyo oyunu ya da arkası yarından
söz açıldığında hemen herkes bir an için geçmişe döner ve radyo başında merak
ve heyecanla geçirdiği dakikaları, saatleri buruk bir özlemle anımsar.
Ülkemizde henüz televizyon yayıncılığının başlamadığı ve televizyon
alıcılarının radyolar kadar yaygınlaşmadığı yıllarda, radyonun ve radyo
oyununun önemini, değerini ve işlevini hemen herkes anımsar ve istisnasız kabul
eder. Bununla birlikte kimileri, seksenli yıllardan sonra TRT radyolarının
radyo tiyatrosu ve arkası yarın yapımlarına son verdiğini ve bu türlerin
geçmişte kaldığını düşünürler. Bir tür olarak radyo oyunlarını dinlemeyi
bırakanlarda, sanki artık böyle bir türün var olmadığı gibi garip bir düşünce
hâkimdir. Oysa TRT’de radyo oyunları, radyo tiyatrosu, arkası yarın ve çocuk
bahçesi yayın kalıplarında yapım ve yayınları hiçbir dönemde kesintiye
uğramamıştır. Radyo tiyatrosunu kendi deyişleriyle ‘eskiden’ çok seven ve çok
dinleyen bu kesimin yanı sıra, gerek kamuoyu araştırmaları sonucunda gerekse
kişisel gözlemlerle emin olduğumuz bir gerçek vardır ki o da ‘hala’ radyo
oyunlarını dinleyen geniş bir kesimin var olduğudur.
En azından bu türlerin ve
kuşağın müdavimi olan görme engelli dinleyicilerin ülke nüfusuna oranı hesaba
katıldığında, yalnızca bu dinleyicilerin sayısının izlenme ve dinlenme
rekorları kıran birçok televizyon ve radyo programının takipçilerinden fazla
olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.
Radyo
oyunlarını garip bir nostalji duygusuyla bir yandan yüceltip bir yandan da ölü
bir tür olarak görenler ve gösterenler kesinlikle artık radyo dinleyicisi
olmayanlardır. Bağımsız bir disiplin olarak radyo oyununun hiç ölmediğini,
günümüzde var olduğunu ve gelecekte de var olacağını görmeyen, bilmeyen,
önemsemeyen büyük bir çevrenin varlığı tartışılmaz bir gerçektir.
Bağımsız bir
tür olarak radyo oyununun Türkiye’de radyo yayıncılığının başlamasıyla birlikte
anabileceğimiz gelişim çizgisi, nasıl olup da yapım ve yayınlar hiç kesintiye
uğramadığı halde, bugün dünyadaki örnekleriyle kıyaslandığında bulunması
gereken yerde değil? Bu sorunun iki yanıtı olabilir. Bunlardan birincisi yapım
ve yayınların teknik ve estetik açıdan belirli dönemlerde, farklı nedenlerle
dinleyicilerin beklentilerine ve günün şartlarına yanıt verememesidir. İkinci
yanıtsa radyo oyununu besleyen ve beslemesi gereken ülkenin kültür yaşamının
aktörlerinin; yani yazarların, akademisyenlerin, yönetmenlerin, oyuncuların,
eleştirmenlerin, sinema ve televizyon gibi farklı yönlere odaklanmaları ve bu
türü görmezden gelmeye başlamaları olabilir. Aslında bu iki ana neden
birbirlerinin de hem nedenidir hem de sonucudur.
Tabii ki bütün
sanat dallarında olduğu gibi radyo tiyatrosunda da, türün ülkemizdeki gelişimi
dünyadaki gelişimiyle paralel değerlendirilmeli. Türkiye dünya ülkeleriyle
hemen hemen aynı tarihlerde radyo yayıncılığına başlamış ve radyo tiyatrosu da
bu tarihlerde yine dünyadaki örnekleriyle aynı dönemde kendi dinleyicisiyle
buluşmuştur.
Fazıl Hayati
Çorbacıoğlu altmışlı yıllarda yayınladığı ‘radyo Tiyatrosu ve Piyes’ adlı
kitapçığın giriş bölümünde şöyle der;
‘Radyofonik tiyatro mikrofonun icadından sonra doğmuş
bir sanat türü olduğu için henüz gelişme çağındadır. Bu yüzden, ileri tiyatro
edebiyatına sahip ülkelerde bile olgun meyveler verecek düzeye erişememiştir.’
Fazıl Hayati
Çorbacıoğlu, altmışlı yıllarda dünyadaki radyo tiyatrosu örnekleri göz önüne
alındığında tartışma götürecek bu değerlendirmesinin ardından, (Orson
Welles, bütün zamanların en önemli radyo
oyunlarından biri olan ‘THE WAR OF THE WORLDS’
adlı oyunu Mercury Theatre ile 1938 yılında yayınladı. ) radyo
tiyatrosunun çok geniş bir etki alanına sahip olduğuna dikkat çekerek kısa süre
içinde bağımsız bir sanat disiplini olabileceğinden söz eder. Bu saptamalarının
yanında, radyo tiyatrosunun, klasik
tiyatroyla ilişkisinin yanı sıra kendi döneminde yeni yeni gündeme gelen absurd
tiyatro ve epik tiyatrodan da etkilenerek farklı formlara dönüşüp
evrimleşeceğini öngörür. Fazıl Hayati Çorbacıoğlu son olarak şöyle der;
‘Bizim bu konuya uzaktan değinişimiz, ‘Epik tiyatro
karşısında radyofonik tiyatronun durumu nedir?’ diye bir sorunun akla gelmesi
ihtimalini düşünmemizdendir. Biz radyofonik tiyatronun yerini klasik tiyatro
kuralları ve anlayışı karşısında belirtelim de ( zaten zorunluyuz) epik oyuna
ya da diğerine eğilmek isteyen yazar kendine gereken çeki düzeni versin.’
Fazıl Hayati
Çorbacıoğlu radyofonik oyun yazmak isteyen amatörlere yol göstermek gibi günlük
bir ihtiyaca yönelik kitapçığın giriş bölümünde bile çağının tiyatrosu ve radyo
tiyatrosu arasındaki ilişkiye dair önemli sorunları tartışmayı düşünebilmişken,
o tarihlerden bugünlere kadar tiyatro eğitimi veren, tiyatro araştırmaları
yapan üniversiteler böylesi konulara yeterince eğilmemişlerdir.
Fazıl Hayati
Çorbacıoğlu, altmışlı yıllarda söz konusu kitapçığı kaleme almasının nedeninin
radyolarda oynanan yerli piyes ve skeçlerin kalitesizliği olduğunu söyler.
Bunun nedenini de şöyle açıklar;
‘Usta yazarlarımızın bu alan için
ellerine kalem almak istemeyişleri biraz da bu tür eserlerin verilen emeğe
değer bir gelir sağlayamayışındandır. İyi bir radyofonik piyes meydana getirmek
sahne eseri yazmaktan daha kolay değildir.
Oysaki getireceği kazanç hiç denecek kadar azdır. Böyle olunca iş amatör
yazarlara düşer…’
Fazıl Hayati
Çorbacıoğlu’nunu altmışlı yıllarda sözünü ettiği bu amatör yazarlar, tahmin
edeceğiniz gibi günümüzde Türk Edebiyatı’nın ve Türk Tiyatrosunun en bilinen,
en ünlü yazarlarıdır. TRT Radyo arşivlerinde bir tarama yapıldığında söz konusu
dönemde Çorbacıoğlu’nun sözünü ettiği amatör çalışmalar, cumhuriyet dönemi
edebiyatımızın ve tiyatromuzun en önemli yazarlarının ilk profesyonel çalışmalarıdır.
Radyo oyunları yazarak deneyim kazandıktan ve belirli bir teknik ve estetik
düzeye ulaştıktan sonra birçok farklı nedenden dolayı (teknik, ekonomik, etik,
politik) radyo tiyatrosu yazmayı bırakan bu önemli yazarlarımızın da, her
dönemde radyo yazarlığının bir başlangıç noktası, bir amatör süreç ya da diğer
mecralara bir sıçrama tahtası olarak görülmesinin kemikleşmesinde önemli
payları vardır.
Yakın
tarihimizde ve günümüzde edebiyat ve tiyatro türünde ürün veren yazarların
büyük çoğunluğu da radyo tiyatrosuna gerektiği ölçüde önem vermemişlerdir. Kuşkusuz yalnızca TRT Radyolarında yapım ve
yayını gerçekleştirilen bir tür olarak radyo oyunlarında aranılan şartların,
teknik sınırlamaların ve denetim mekanizmasının, kimi yazarlar üzerinde gerek konu
seçiminde gerekse söz konusu konunun ele alınışında kendilerini yeterince özgür
hissedememeleri gibi bir sonuca neden olduğu düşünülebilinir ve bu düşünce de
büyük ölçüde doğru olur. Ancak benzer sınırların Devlet Tiyatrolarında, Şehir
Tiyatrolarında ve TRT Televizyonunda da olduğu, ancak yazarların bu mecralara
yöneliminin sürdüğü de bir gerçektir.
İşte bu
koşullar altında özellikle seksenli yıllardan itibaren radyo oyunu yazarlarının
genel yapısında gözle görülür bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Radyo
tiyatrosunun metin anlamında tiyatro ve edebiyat dünyasından beslendiği
gerçeğinden yola çıkarsak, söz konusu dönemde radyolar tiyatroyla ve edebiyatla
pek ilgisi olmayan, sanatsal duyarlıktan, hatta amatörlükten de yoksun, radyo
yazarlığını ek iş olarak gören, gerek konu gerekse tema açısından tek tip
ürünler veren kişilerin çalışmalarını yayınlamaya başlamıştır. Radyolara
sürekli oyun yazan bu kişiler denetim mekanizmasının beklentilerine uygun
bilindik konular ve öyküler çevresinde çeşitlenen birbirinin benzeri oyunlar
yazmışlar, bu çalışmalarda aynı oyuncu kadrolarıyla aynı anlayışlarla,
nitelikten çok niceliğe önem verilen bir yapım ve yayın anlayışı egemen
olmuştur.
Son yıllarda
TRT Kurumu tarafından düzenlenen Radyo oyun yazma yarışmalarına bine yakın
çalışma başvurmakta, ama bu çalışmalar arasında genelde birincilik ve ikincilik
ödüllerine değer eserler bulunamamaktadır.
Türkiye’de
radyo tiyatrosunun dünü ve bugünü hakkında şu aşamaya kadar dile
getirdiklerimiz karşımıza olumsuz bir manzara çıkarıyor gibi görünebilir. O
zaman tekrar başlıktaki soruya dönelim;
neden ‘hala’ radyo tiyatrosu? Yoksa gerçekten de radyo tiyatrosu
kimilerinin düşündüğü ve inandığı gibi tarih içinde belirli bir dönemde var
olup işlevini tamamlamış geçmişe ait bir değer mi? Yoksa radyo tiyatrosu
yalnızca bir önceki kuşağın nostaljisi mi?
Tahmin
edeceğiniz gibi bütün bu sorulara benim verdiğim yanıt ‘evet’ olsaydı, böylesi
bir çalışma için emek harcamazdım ve elinizde tuttuğunuz kitap olmazdı. Bu
sorulara sizin verdiğiniz yanıt da ‘evet’
olsaydı herhalde bu satırları okuyor olmazdınız.
O zaman biraz
da günümüzde ve yakın geçmişimizde dünyada radyo tiyatrosunun nasıl ve nice bir
serüvenden geçtiğinden söz edelim.
Hali hazırda
bir cadı kazanından ya da can pazarından farksız olan Ortadoğu, 11 Eylül, ikiz
kuleler, El Kaide, Taliban, Afganistan… A.B.D… Haberlerde, yazılı ve görsel
basında son yıllarda sürekli yan yana görmeye duymaya alıştığımız sözcükler,
kavramlar. Peki, yaşadığımız çok öneli
olaylarda radyo tiyatrosunun bir başrol oyuncusu olduğunu duysanız, buna inanır
mısınız?
Afganistan’da
egemen güç olan Taliban rejimi batı kültüründen halkını korumak için müziği,
görsel medyayı, televizyonu yasakladığında meydan yine radyoya kalmıştı. Batılı
değerlerden Afgan halkını izole etmeye çalışan Taliban rejimine karşı
A.B.D. ve İngiltere bir proje
geliştirmeliydi. Bu görev dünyaca ünlü yayın kuruluşu BBC’ ye verildi. BBC
Peştunca bilen oyuncular buldu ve yetiştirdi.
Yine özel olarak hazırlanan dramatik metinler Peştunca’ya çevrildi. BBC
Stüdyolarında özenle kaydı yapılıp montajlanan bu radyo tiyatrosu projesinin
adı ‘NEW HOME NEW LIFE’(Yeni yuva, yeni hayat) idi. Afgan halkını, özellikle de
burkalar içinde baskı altına alınmış Afgan kadınını özgürlüklerle ve batılı
demokratik değerlerle tanıştırmayı amaçlayan bu radyo tiyatrosu başarılı oldu.
A.B.D Afganistan’a girdiğinde halk özgürleşmeye hazırdı. Afgan Eğitim Projesi kapsamında 1.500
bölümden fazla yayınlanan bu radyo tiyatrosunda, eğitim düzeyi düşük Afgan
halkına kara mayınlarından AİDS’e, doğum kontrolünden kuma sorununa kadar
gündelik yaşam pratiğiyle doğrudan ilgili pek çok konuda pratik bilgiler estetik bir biçimde verilerek büyük bir yayıncılık
başarısına ulaşılmıştır. Endonezya, Burundi, Kongo, Sierra Leone gibi bölgelerde 80’li yıllardan beri Avrupa
Birliğinin desteğinde yerel halkı bilinçlendirmeye yönelik soup opera türü
yapımların yaygın bir biçimde yayınlandığı da bilinmekte… (representative of
the Brussels-based European Center for Common Ground.) ocak 26, 2003 Fitri Wulandari, The Jakarta Post, Jakarta
Yakın
coğrafyamızda, yakın tarihimizde radyo tiyatrosunun nasıl bir rol üstlendiğini
gösteren bu örnek gibi orta doğuda benzer amaçlarla yapılan yayınlar olduğunu
söyleyebiliriz. Tabii ki projelerin
detaylarını operasyonlar tamamlandıktan sonra öğrenmek mümkün oluyor. Bu gibi örneklerden radyo tiyatrosunun
yalnızca az gelişmiş toplumlarda işlevsel olabileceği gibi bir anlam
çıkarılabilir. Yine yakın tarihimizde 2002 yılında Avustralya’da yayınlanan ve
büyük beğeni kazanan ‘The Unborn’ (doğmamış) adlı radyo tiyatrosunun
yayınlandığı coğrafyada büyük ilgi gördüğü bilinmektedir. Micheal Cove’un
kaleme aldığı bu oyunda on beşten fazla oyuncu yüz elliden fazla rol
seslendirmiş ve kayıtlar yüz yirmi ayrı mekânda gerçekleştirilmiş.
Dünyadan
verdiğimiz bu iki örnekten ilki, ‘NEW HOME NEW LIFE’, radyo tiyatrosunun sosyal
anlamda nasıl bir işlev üstlenebileceğini kafamızda canlandırabilmemiz adına
önemli. İkinci örnek ‘The Unborn’ ise, bu türün günümüzde hangi teknik
standartlara ulaştığını anlayabilmemiz için önemli.
Radyo
tiyatrosunun ekonomik anlamda günümüzde ne gibi bir değere ve işleve sahip
olduğuna gelelim. A.B.D’de otobanlarda araçlarıyla yolculuk ederken sürekli
müzik dinlemekten sıkılan dinleyicilere yönelik olarak hazırlanan yeni seri
Otostopçu hikâyelerinin nasıl bir ilgi gördüğünü biliyoruz. Bu nedenle,
özellikle Audiotheatre (ses tiyatrosu)
adını alarak evrimleşen radyo tiyatrosunun ve sesli kitapların A.B.D.’de
nasıl bir pazara sahip olduğunu incelemekte fayda var. Yazar, oyuncu ve
bağımsız yapımcı olan Rich Fish, Lodestone Catalog’un sahibi ve yöneticisidir.
Aynı zamanda The National Audio Theatre Festivals’ in üyesi olan Fish bir
makalesinde şöyle diyor;
‘Peki, bugünün pazarında sözünü ettiğimiz endüstri ne
büyüklükte? Şunu göz önünde tutalım; Sesli Yayıncılar Birliği’nin söylediğine
göre 1996 yılında sadece Amerika Birleşik Devletlerinde sesli kitapların toplam
satışı 60 milyon kopyayla 1,6 milyon doları buluyor. Eğer Amerika Birleşik
Devletlerinde halkın yüzde onu Audio Theatre’la ilgileniyorsa ki bu çok düşük
bir oran, satış potonsiyali her yıl 6 milyon kopyayla 160 milyon doları
bulabilir. Hiçbir zaman Televizyonun yerini tutmasa da, yine de Audio
Theatre’ın reklam yelpazesinde ciddi bir yeri ve oldukça fazla iş yapma
potansiyeli vardır.‘
A.B.D ve
Avrupa pazarlarında STAR WARS, LORD OF THE RINGS, HARRY POTTER gibi, çok satan,
çok izlenen kitap ve filmlerinin de üretici şirketler tarafından sesli kitap ya
da ses tiyatrosu olarak piyasaya sürüldüğü ve bu ürünlerin büyük bir pazar
payına sahip olduğu bilinen bir gerçek.
Dünyada ve
ülkemizde radyo tiyatrosunun ne tür bir gelişim çizgisi izleyerek, nasıl bir
hale geldiğinden örnekler vererek Radyo Tiyatrosu Tarihi bölümümüzde söz
edeceğiz. Ama tartışılmaz bir gerçek var ki dünyada yayınlarında radyo
tiyatrosuna en fazla ağırlık veren kurumların başında yine tabii ki BBC
geliyor. BBC’nin internet sitesi incelendiğinde Radyo dramalarına, edebiyat
okumalarına ne ölçüde ağırlık verildiğini görmek mümkün.
Dünyada radyo
tiyatrosunun günümüzde ne durumda olduğu hakkında genel bir düşünce
oluşturabilmek adına birkaç örnek verdik. Bütün bu örneklerden de açıkça
görüldüğü gibi, radyo tiyatrosu dünyada ölü bir tür olarak görülmüyor. Aksine
postmodern zamanlarda yeni ve bakir bir pazar, avandgarde ve özgür bir disiplin
olarak 2000’li yıllarda yeniden bambaşka bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Dadacı yazar
Raul Hausmann’ın 1935 yılında akustik bir sunumla başlattığı yolda günümüzde
birçok sanatçı örnekler vermektedir. Bildiğimiz ve sözünü ettiğimiz anlamda
radyo tiyatrosundan ya da radyo oyunundan oldukça farklı bir amacı ve işlevi
olan radyo sanatı, büyük bir felsefi derinliği de bünyesinde barındıran bir
disiplindir. Radyo sanatı en basit tanımıyla, yapımı ve dinleyiciye
ulaştırılması radyo tekniğiyle gerçekleştirilen sunumlardır. Radyo sanatının
günümüzdeki örneklerinden ileride söz edeceğiz. Bu türün radyo tiyatrosuna
gelecekte ne gibi zenginlikler katabileceğini hayal edebilmemiz için Robert
Adrian X tarafından 1998 yılında yayınlanan manifestoyu inceleyelim;
1.
Radyo sanatı, radyonun bir sanat medyumu olarak
kullanılmasıdır.
2.
Radyo sanatı yapım stüdyolarında değil,
duyulduğu yerde oluşur.
3.
Ses kalitesi, kavramsal orijinalliğe göre daha
az önem taşır.
4.
Radyo sanatı neredeyse hep başka seslerle ( ev
içi sesleri, trafik, televizyon, çalan telefonlar, oynayan çocuklar gibi)
birlikte dinlenir.
5.
Radyo sanatı, ses sanatından ve müzikten
farklıdır. Radyo sanatı radyonun kendisidir.
6.
Ses sanatı ve müzik, sırf radyodan yayını
yapılıyor diye radyo sanatı olarak düşünülmemelidir.
7.
Radyo alanı, radyonun dinlendiği her yerdir.
8.
Radyo sanatı, radyo alanı içinde ses nesneleri
kullanılarak yapılan deneylerin tümüdür.
9.
Bir radyo eserinin ses kalitesini her
dinleyicinin kendi radyo alıcısı belirler.
10.
Her dinleyici, kendi alanının sesiyle birleşen
eserin kendisine özel versiyonunu dinler.
11.
Radyo sanatçısı, bir radyo eserinin kontrol
edilemez bir deneyim olduğunu bilir.
12.
Radyo sanatı ‘radyo’ ve ‘sanat’’ın birleşimi
anlamına gelmez. Radyo sanatı, sanatı yapanların oluşturduğu radyodur.
Daha sonra
üzerinde ayrıntılı olarak duracağımız bu manifesto maddeleri de, bütün
verdiğimiz örnekler gibi başlangıçta sorduğumuz, NEDEN ‘HALA’ RADYO OYUNU? Sorusunun tam ve kapsamlı yanıtını vermiyor.
Sorunun yanıtı bence şöyledir;
Çünkü radyo oyununun özgün ve bağımsız bir
disiplin olduğu yakın gelecekte herkesçe kabul görecektir.
Dijital ses
kayıt ve montaj teknolojilerindeki gelişmeler göz önüne alındığında, estetik
bir bütünlükte dramatik bir yapımın gerçekleştirilmesi ve dinleyiciye
ulaştırılması diğer bütün sanat türleriyle kıyaslandığında çok ucuzdur, çok
kolaydır. Bu anlamda her saniye daha da globalleşen günümüz kapitalist
dünyasında gerçekten de bağımsız ürünler vermek teknik ve ekonomik anlamda
basittir. Gerçek bir sanatsal bakış açısı, derinlikli ve duyarlı bir
yaklaşımla, diğer sanat türlerinin ulaşmayı hayal bile edemeyeceği kitlelere
ulaşabilecek denli büyük yapıtlar vücuda getirmek mümkündür. Bu yüzden
söyleyecek sözü olan genç sanatçıların yakın zaman içinde ses sanatını, yani
radyo tiyatrosunu ya da benim deyimimle dramafon sanatını keşfedeceklerine
yürekten inanıyorum. İyi bir tekst, iyi bir düşünce, estetik ve özgün bir
tavır, bir mikrofon ve bir bilgisayarla eşsiz işlere imza atılabilir. Ve bu
eserler geniş kitlelere hızla ve sayısız özgün sunumla ulaştırılabilinir.
Binlerce özel
radyonun yayın yaptığı ülkenizde sizce milyonlarca radyo dinleyicisi, sürekli
olarak aynı şarkıları, tek tip sunumları ve sohbetleri, daha ne kadar dinlemeye
devam edecek? Özel radyolarda, Açık radyoda ‘amma hikâye’ adlı programla
başlayan arayışlar tabii ki yakın gelecekte drama ve yarı drama yapımlarla
zenginleşen yeni bir radyo yayıncılığı anlayışıyla evrilecek. Tabii ki
ülkemizde radyo yayıncılığının başlangıcından bugüne kadar olduğu gibi TRT
Kurumu gelecekte de bu türde seçkin örnekler verecek sanatçılar için bir okul
olma işlevini sürdürecek.
İşte bu
çalışmayı hazırlamaktaki amacım, günümüzün ve yakın geleceğimizin radyo oyunu
yazarlarına, yönetmenlerine, oyuncularına güncel ve evrensel bilgi ve
örneklerle çalışmalarında yardımcı olacak bir kaynak oluşturmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder