17 Haziran 2012 Pazar

Türkiye Radyo Oyunu Tarihi'nde bir milat: BELDAN KABALAK

Beldan Kabalak, ülkemizde Radyo Oyunu üzerine ilk akademik çalışmayı yapmaya girişen kişidir. Fakat lisans tezi reddedilmiştir. Kendisi de hem tezini hem de tezinin reddedilme aşamalarını kitaplaştırmıştır. Bu çalışma Dramafon Tarihimiz için bir milat değerindedir.



Bu  önemli kitabın bazı bölümlerini sizlerle paylaşıyoruz...
DRAMAFON  


beldan kabalak



bir
lisans
tezi
nasıl
reddedildi?




















BİRİNCİ BÖLÜM


(LİSANS TEZİ)


TÜRKİYEDE RADYO TİYATROSUNA
DÜŞEN GÖREVLER





1965 1970 YILLARINDA
ANKARA RADYOSUNDA YAYINLANAN
TELİF RADYO OYUNLARI
VE
ZEMBEREK































ÖNSÖZ

            Bugün ülkemizde halktan gelmeyen ve halka ulaşmayan bir tiyatro hayatı sürüp gitmekte, yaratılan ve yaşatılan eserler ancak çok sınırlı bir seyirci topluluğuna yararlı olmaktadır. Bir başka deyişle tiyatromuz henüz ne halkı besleyecek bir kaynak kişiliği kazanabilmiş ne de halkın soluğu ile beslenme olanaklarına kavurmuştur. Toplumla tiyatronun birbirinden böylesine kopuk olduğu bir ülkede ise ulusun soluğunu evrenselleştirecek bir sanatın yeşermesini beklemek kadar tiyatronun halkı yüceltmesini ummak da söz konusu olamaz. Oysa ülkemizde halkla tiyatro arasında etki tepki ilişkisinin bulunması, önce toplumun kültür düzeyini yükseltmek bakımından, sonra da Türk tiyatrosunun kişiliğini kazanabilmesi için gereklidir. Bu nedenle Türkiye’de halkla tiyatronun kaynaştırılması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak belirmekte ve yapılan çalışmanın yönünü de bu sorun çizmektedir; çünkü radyo, sözü edilen amacı gerçekleştirme olanaklarına sahip bulunan çok güçlü bir yayın aracıdır. Ancak radyo tiyatrosunun kendine özgü bir sanat olması, bu konuda ileri sürülecek görüşlerin kuşkuyla karşılanmasına yol açacağından önce radyo tiyatrosu ile sahne eserleri arasındaki temel farklılaşmalar saptanmış, sonra radyonun tiyatro hayatımıza ne gibi katkılarda bulunabileceği araştırılmıştır. Böylece ülkemizde radyo tiyatrosuna düşen görevler aydınlığa kavuşturulduktan sonra da 1965-1970 yıllarında yayınlanan telif radyo oyunları tanıtılarak, bu oyunların ne derece yeterli olduğu gösterilmeye çalışılmış; ayrıca radyo tiyatrosunun teknik özelliklerine ve Türk dinleyicisine sunulacak eserlerde bulunması gereken niteliklere açıklık kazandırmak için de, Başar Sabuncu’nun “Zemberek” adlı oyunu ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ancak sözü edilen bu eserin yayın tarihi çalışmanın kapsamını belirleyen 1.1.1965-1.1.1970 tarihlerinin dışında kaldığından, araştırmanın sınırları “Zemberek”in yayın tarihi olan 23.2.1970’i de içine alacak biçimde genişletilmiştir.

            Bu çalışma sırasında yararlanılan kaynaklar, konuya doğrudan doğruya ışık tutacak nitelikte değildir. Çünkü ülkemizde radyo tiyatrosunu sözü edilen açıdan inceleyen herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Toplumsal özelliklerimiz ise BBC ya da A.B.D radyoları gibi gelişmiş toplumlara seslenen yayın organlarının tiyatro karşısındaki tutumlarını benimsememizi engellemektedir. Bu nedenle çalışmalı yürütürken genellikle, konuyu dolaylı olarak ilgilendiren yerli kaynaklardan yararlanma ve Ankara Radyosu ile ilişki kurarak bilgi yoluna gidilmiştir.

            İncelemede tanıtılan oyunların bir bölümü alınan notlara dayanılarak değerlendirilmiştir. Çünkü eserlerin tümünün çalışma boyunca el altından bulundurulması, Radyo Tiyatrosu Müdürlüğü tarafından sakıncalı görülmüştür. Bu nedenle okunan oyunların yenileri ile değiştirilerek incelenmesi söz konusu olabilmiştir.

            Radyo Tiyatrosu Müdürlüğünün çalışma düzeni ise belgelerle desteklendiği ölçüde açıklanmış, bu konuda kulaktan dolma bilgilere yer verilmemiştir.

            Tezin dördüncü bölümünde, “Zemberek” adlı oyun incelenirken Doc. Dr. Sevda Şener’in “Kurban Üzerine Bir İnceleme” adlı çalışmasında uygulanan yöntem göz önünde bulundurulmuştur.

            Nasıl geliştiği yukarıda açıklanan bu çalışmanın amacı: radyo gibi çok güçlü bir aracın, tiyatro ve halk yararına nasıl kullanılması gerektiğini, kendi koşullarımızı ve radyonun 1965–1970 yıllarında yayınladığı telif oyunlarını göz önünde bulundurarak aydınlığa çıkartmaktır.










GİRİŞ


            Radyo tiyatrosu, çağımızın en önemli teknik gelişmelerinden biri olan radyonun insanlığa kazandırdığı yeni ve kendine özgü ve sanattır. Bu sanatı ne tiyatro ile özdeşleştirmek ne de tiyatro sanatının kapsamı dışında bırakmak söz konusu edilebilir. Ne var ki henüz elli yıllık bir geçmişi olan, dolayısı ile kişiliğini kazanmamış bulunan radyo tiyatrosunun kesin bir tanımını yapmak, özellikleri ve kuralları konusunda kesin yargılara varmak yanıltıcı olur. Bu nedenle radyo oyunlarını oturmuş bir sanat olan sahne eserleriyle karşılaştırarak tanıtmaya çalışmak yararlı olacaktır.

            Tiyatro, oynanan insanların plastik biçimler içinde hareketle, sesle, sözle gerçekleştirdikleri bir sanattır ve oyunu izlemek için bir araya gelmiş seyircilere yönelir. Oysa radyo tiyatrosu, oynanan insanların akustik biçimler içinde sesle ve sözle gerçekleştirdikleri bir sanattır ve tek tek dinleyicilere, yani bireye yönelir. Bir başka deyişle radyo oyununda görüntü ve seyirci topluluğu yoktur. İşte bu özellik radyo tiyatrosunu sahne eserlerinden ayırmakta, onun kendine özgü bir sanat olmasını sağlamaktadır. Ayrıca radyo oyunlarına bir takım olanaklar da kazandırmaktadır. Şöyle ki; sahne eserinden seyirciye somut bir dekor ve kişiler sunulur. Oyunun ortamı ona olduğu gibi benimsetilir, yani verilen somut görüntülerle dinleyicinin hayal gücü belli bir ölçüde sınırlanır. Oysa radyo dinleyicisi efekt, müzik ve sözle yaratılıp kulak yoluyla kendisine ulaşan izlenimlere dayanarak dekoru çizip, kişilerini canlandırırken büyük bir özgürlüğe sahiptir. Çünkü görüntüden çok daha esnek olan akustik biçimler dinleyiciye oyunu kendi seçeceği bir ortamda ve tanıdığı kişiler arasında geliştirme olanağı sağlar. Oyunu kabul eden kişinin sahip bulunduğu bu özgürlük ise radyo tiyatrosunun sahne eserinden daha kolay benimsenmesine yardımcı olur.

            Radyo oyunları zamanı kullanma ve değerlendirme konusunda da bir takım olanaklara sahiptir. Çünkü tiyatroda olaylar genellikle belli bir zaman doğrultusunda gelişirken radyoda zamanı dondurmak, akışını yavaşlatmak, geri dönüş ve ileri sıçramalarla onu alabildiğine yaygınlaştırmak söz konusu olabilmektedir. Üstelik tiyatroda çoğu kez dış olayları yansıtmaya yarayan zaman, gerçekçi radyo oyunlarında bile iç hayata açıklık kazandırmak için kullanılabilmektedir. Ayrıca radyoda zamanı parçalayarak değişik olayları iç içe geliştirmek, böylece sinema sanatının esnekliğini tiyatroda uygulamak söz konusu olabilmektedir.

            Radyo tiyatrosunda görüntünün olmaması, bu sanata yer değişikliği bakımından da özgürlük sağlamaktadır. Çünkü radyo yer değişiklikleri konusunda da sinemanın sahip olduğu olanaklara sahiptir. Bu nedenle radyo oyunlarında bir dakika gibi kısa bir süre içinde bile iki ayrı ortam yansıtılabilmekte; hareket eden, durmadan yer değiştiren, yol alan kişilerin izlenmesi söz konusu olabilmektedir.

            Ne var ki, radyoda görüntünün olmaması bu sanatı bazı yönlerden de sınırlamaktadır. Çünkü radyo oyununu izleyen kişi olayları, düşünceyi, oyunun ortamını ve kişilerini kavramak için sadece kulak yoluyla aldığı izlenimlere dayanmakta, ikinci bir duyu organı bu konuda kendisine yardımcı olmamaktadır. Üstelik seyirci ile dinleyicinin durumları arasında da büyük farklar vardır. Seyirci tiyatroya bile isteye oyunu izlemeye gelir. Yapacak başka işi olmadığı için dikkatini doğrudan doğruya sahneye yöneltir. Oyunu başından sonuna dek gözü ve kulağı ile algılar ve kendisiyle aynı amacı taşıyan kişilerden kurulu bir ortam içindedir. Dolayısıyla dikkatinin dağılması ya da canı istediği zaman çıkıp gitmesi olağan sayılmaz. Oysa radyo çok değişik ortamlarda bulunan, çevresindeki olaylarla dikkati durmadan dağılan, program başladıktan sonra radyosunu açan ve her an radyonun sesini kesme olanaklarına sahip bulunan dinleyicilere seslenir. Üstelik amacına varmak için sadece sesten yararlanır; yani kulağı yöneliktir. Bu nedenle radyo oyununda bazı özelliklerin aranması son derece doğaldır. Örneğin, radyo oyunu her şeyden önce tenha olmak zorundadır. Eserin kalabalık olması gerekiyorsa, ikinci derecede önem taşıyan rollerin küçültülmesi ve arka planda bırakılması yerinde olur. Ayrıca konuşmalara 3–4 kişiden fazlasının katılması da oyunun kişilerini sadece seslerine dayanarak birbirinden ayırmak zorunda olan dinleyiciyi şaşırtır. Öte yandan radyo kahramanları, herkesin tanıdığı, bildiği kişiler arasından seçilmeli, dinleyiciye yakın olmalıdır. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi dinleyici kişilerin yaratılmasına katılacak, onları hayalinde tamamlayacaktır. Onun için kişilerin dinleyiciye bu fırsatı verecek kadar esnek, dikkati çekecek kadar ilginç, benimsenecek kadar da anlaşılır olması gerekir.

            Radyo oyununda aranacak bir başka özellik de konunun ve düşüncenin yalın olmasıdır. Çok temalı ve karmaşık oyunların yapısı gereği soyut bir sanat olan radyo tiyatrosunda anlaşılmaz duruma gelmesi doğaldır. Bu nedenle oyunun konusu ve düşüncesi dikkati sürdürecek kadar etkili ve ilginç olmalı, kolayca anlaşılması, izlenebilmesi için de belirgin ve ayrıntısız bulunmalıdır.

            Radyo tiyatrosunda kullanılan dil ve konuşma düzeni de can alıcı bir önem taşır. Çünkü konuşmalar doğal görevlerinin yanı sıra hareketleri, dekoru, kostümü belirleme görevini de yüklenmek zorundadır. Yani dil hem özü yansıtacak hem de biçimi kuracaktır. Radyoda konuşmaların bir duyuşta anlaşılması, kolay okunur olması, yanlış yorumları önlemek için seçilen sözlerin tek anlam taşıması zorunludur. Ayrıca kişilerin sesleri kadar konuşma düzenlerinin de farklı olması gerekir. Her karakter kendi tipine uygun konuşmalıdır ki dinleyici kişiler arasındaki farklılaşmaları kavrasın, onları birbirinden ayırabilsin. Biteviyelik radyo oyununun dinlenmesini önleyen en önemli etkenlerden birisidir. Bunun için de radyo oyununda konuşmaların tempolu olması ve temponun sık sık değişmesi gerekir.

            Radyo oyununda başlangıç büyük önem taşır. Eserin ilk dakikalarını dinleyen biri radyoyu susturmayacak kadar oyunla ilgilenmelidir. Bunun için oyunun tempolu başlaması, olayların hızla gelişmesi, kişilerin hemen açıklık kazanması gerekir.  Ayrıca bütün izleyiciler oyunu başından sonuna değin izlemediğinden, program başladıktan sonra radyoyu açanlar da bulunduğundan itibaren oyunun dinleyiciyi her an yakalayacak nitelikte bulunması istenir. Bir başka deyişle radyo oyunu baştan sona ilginç, yoğun, etkili ve anlamlı olmalıdır.

            Radyo oyununda müzik, efekt, montaj oyunları ve sessizliğin yanı sıra insan sesi de çok dikkatli kullanılmalı, bu öğeler hem görüntünün yerini tutabilmeli, hem de dinleyiciyi istenilen doğrultuda yaratıcılığa yöneltebilmelidir.

            Şimdiye dek söylenenler radyo tiyatrosunun sahne eserlerinden farklı bir sanat olduğunu, yani bazı bakımlardan sahneyi gölgede bırakacak olanaklara sahipken, bazı konularda da sahne kadar güçlü olmadığını göstermektedir. Bu nedenle çok açık bir gerçeği yok sayarak radyo tiyatrosunun sahne eserini halka tanıtması gerektiğini ileri sürmek, ilk bakışta çelişik bir öneri gibi görülecektir. Ne var ki, dünya radyolarının en önemlilerinde bile radyo oyunlarının yanı sıra sahne eserlerinin ve dramatize edilmiş roman ya da öykülerin yayınlandığı bir gerçektir. Çünkü her şeyden önce çok kısa bir geçmişi olan radyo için yazılmış eserler henüz yeterli sayıda değildir. Sonra, tiyatronun kapısından bile bakamayan milyonlara, çok yaygın bir araç olan radyonun yardımıyla tiyatro sanatını tanıtmak söz konusu olabilmektedir. Bunun nedeni ise görüntünün komikliğine dayanan farslar, kişilik değiştirmeye dayanan klasik oyunlar, çok kalabalık ve çok temalı ayrıntılı eserler, soyut ya da özü ve biçimi ile topluma yabancı kalan oyunlar dışında hemen her tiyatro eserinin radyoya uygulanabilmesidir. Gerçi böyle uygulamalarda radyonun olanaklarından tam anlamıyla yararlanılamadığı bellidir. Ancak çağlar boyunca bir halk okulu sayıla gelmiş olan tiyatroyu halk yararına sunabilmek öylesine önemli ve gerekli bir hizmettir ki, bu aksaklık geri planda kalmaktadır.

            Radyo ile yayını ile milyonlara ulaşabilen ve her yayını ile yeni bir eser sunan, dağarı çok zengin bir tiyatrodur. Ayrıca bu araç, oyunu izlemek isteyenlere radyoyu açmaktan başka bir külfet yüklemediği, yani özel bir yeri, herhangi bir ön hazırlığı ya da ödemeyi gerekli kılmadığı için, bulunduğu yerde bir radyo alıcısı olan herkes radyo tiyatrosundan yararlanmaktadır. Bu durumda halkı tiyatro sanatına yabancı olan ve tiyatro yoluyla halka katkıda bulunması gereken ülkelerin radyoları, yukarda söz konusu edilen özelliklerine karşın, radyo tiyatrosunu tiyatro sanatı yararına kullanmak zorundadır. Çünkü ancak elli yıllık geçmişi olan, dolayısı ile yalnız çağımızın insanını ve dünya görüşünü yansıtabilen radyo oyunlarının; topluma yarar sağlama konusunda, bin yıllanmış tiyatronun yerini tutması beklenemez. Hele bizim gibi hem geri kalmış hem de tiyatro  sorunlarını çözümleyememiş toplumların, radyodan yararlanarak tiyatro sanatını halka tanıtması, benimsetmesi ve yararlı kılması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

            Bu nedenle radyolarımızın olanaklarını ve tiyatro sorunlarımızı göz önünde bulundurarak, ülkemizde radyo tiyatrosuna ne gibi görevler düştüğünü araştırmak; sonra da telif radyo oyunlarını inceleyerek, bu oyunların özelliklerine açıklık kazandırmak yerinde olacaktır.


















































1-TÜRKİYE’DE RADYO TİYATROSU




1)     RADYONUN OLANAKLARI


A.     GELİŞİM:

Türkiye’de radyo yayınları 1927 yılında hizmete giren 5er kw. lık Ankara ve İstanbul vericileri ile başlar. Bu tarihlerle TRT dönemi yayına geçen radyoların adları ve güçleri şöyledir:

RADYONUN ADI     YAYINA GİRİŞ TARİHİ     GÜCÜ
ANKARA                   1927                                       5   KW
İSTANBUL                 1927                                       5   KW
ANKARA  UD                       1938                                     120   KW
ANKARA KD            1938                                       20   KW
İSTANBUL OD          1949                                     150   KW
İZMİR VERİCİSİ        1952                                        0,4 KW         
ANKARA UD            1959                                     120   KW
ERZURUM                 1961                                         1   KW
İST. İL RADYOSU     1961                                         2   KW
İZM. İL RADYOSU    1961                                       2  KW
ANK. İL. RADYOSU 1962                                       2  KW
AD. İL. RADYOSU    1962                                       2  KW
ANT. İL. RADYOSU  1962                                       2  KW
KARS İL. RADYOSU            1963                                       2  KW
GAZİANTEP  İL R.    1963                                       2  KW
DİYARBAKIR                       1963                                       0,3 KW
İSKENDERUN           1963                                       0,3 KW
VAN İL RADYOSU   1964                                       2   KW




Radyolarımız 1927–1964 devresinin ilk on yılında Türk Telsiz-Telefon şirketine bağlıdır. Yani 5 er kw.lık ilk iki radyomuz bu şirket tarafından kurulmuştur. 1937 yılında radyo istasyonlarının işletmesi P.T.T.ye; 1940 da ise Matbuat Umum Müdürlüğü’ne verilmiştir. Bu umum müdürlük 1943 yılında yeniden örgütlenerek Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü adını alınca, Genel Müdürlük yapısı içinde, Radyo İdaresi ile Radyo Fen Heyetine yer verilmiştir. 1963 yılında geçici olarak Turizm Tanıtma Bakanlığına bağlanan Türkiye Radyoları, 1 Mayıs 1964 yılında ise TRT kurumuna devredilmiştir.



B.     TRT DÖNEMİ:

TRT Kurumu, Anayasamızın 121 inci maddesine dayanılarak hazırlanıp, 24.12.1963 de kabul edilen ve 1.5.1964de yürürlüğü giren 359 sayılı TRT Kanunu ile kurulmuştur.  Kurumun özelliği Anayasa teminatı altında, tüzel kişiliğe sahip, özerk bir kamu iktisadi teşekkülü oluşudur. TRT dönemi, söz konusu edilen yasanın yürürlüğe girdiği tarihte başlar. Bu tarihten sonra Türkiye Radyolarının yayınları, 359 sayılı yasanın ve Anayasa’nın gereklerine uygun olarak yürütülmüştür. Bu nedenle TRT Kurumunun, bu yasalara dayanarak saptadığı genel yayın ilkelerini açıklamak, konumuz bakımından yararlı olacaktır.

a)                  Genel Yayın İlkeleri:
TRT Kurumu yayınla ilgili görevlerini gerçekleştirirken:
a-                  Mevzuat hükümleri
b-                 Mevzuat hükümlerinden çıkan ve kamu yayın organı niteliğinin ve sorumluluğunun sonucu olan ilkeleri esas alır.

MEVZUATTAN DOĞAN YAYIN İLKELERİ:

            Anayasamızın başlangıcında temel hak ve ödevler bölümlerinde ve öteki maddelerinde yer almış olan esaslar yayın ilkelerimizin temelidir. Anayasa hükümlerine dayanılarak hazırlanıp yürürlüğe girmiş olan Türkiye-Radyo-Televizyon Kurumu kuruluşu hakkındaki 359 sayılı kanun hükümleri kurumun çalışmalarında titizlikle uygulanır.

Kurum yayınlarında:

Türk Ulusunun kaderde, kıvançta, tasada ortak, bölünmez bir bütün olduğu ilkesini önemle uygular.

Türk milliyetçiliğinin hizmetindedir, Türk Milletini dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak milli birlik ruhu içinde yüceltmeyi amaç bilir.

İnsan hak ve hürriyetleri, milli dayanışma, sosyal adalet, fertlerin ve toplumun huzur ve refahı için çalışır.

Cumhuriyete, onun niteliklerine, devletin bütünlüğüne, milletin egemenliğine tam bir inançla hizmet eder.

Anayasanın üstünlüğüne ve devlet organlarının yetkileri konusunda hassas olmayı görev bilir.

Kişilerin hak ve ödevlerine saygılıdır, bunları benimsetici çabaların hizmetindedir.

Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeninde layık olduğu yeri alması amacını güden Atatürk devrimlerini şaşmaz ülkü olarak benimser.

Seçim kanunlarındaki hükümler saklı kalmak üzere tam bir tarafsızlık içinde halka hizmet eder.

Haberlerin doğru olmasına önem verir; programların fikir, sanat, milli eğitim, halk eğitimi, toplum kalkınması, bakımlarından yeterli olmasını sağlamaya çalışır.


KAMU YAYIN ORGANI NİTELİĞİNİN GEREKLİLİK VE SORUMLULUĞUNDAN DOĞAN YAYIN İLKELERİ:

            Kurum, yukarıda belirtilen ilkelerin ışığı altında, bir kamu yayın organı olmasından sonuç olarak aşağıda belirtilen esasları da kabul etmiştir.

            Toplum içinde huzur ve kardeşlik duygusu yaratmak.
           
Güven ve inanç içinde çalışmayı aksatacak; aciz, karamsarlık, bıkkınlık ve umutsuzluk yaratacak; moral bozucu, yıldırıcı veya nezakete aykırı yayınlara yer vermemek.

Yaşama sevincini, uyanıklığı, birbirini sevmeyi, çalışma şevkini arttırmayı hedef tutmak.
Yurt gerçeklerini saklamamak, bunları bilimsel ve objektif olarak yansıtmak.
Ulusal çıkarları gözetmek.
Ulusun kendi çalışma gücüne ve yurdun ekonomik imkanlarına güvenini desteklemek.
Devlet ile milletin işbirliğini sağlamak.
Ulusu refaha ulaştıracak her türlü çabaları desteklemek.
Planlı çalışmayı desteklemektir.

Bütün hedeflere ulaşabilmek için her şeyden önce milletin ve Anayasa rejiminin hizmetinde bulunduğunu duyurmak, milletin güvenine sahip olmaya çalışmak Kurumun esas amacı oyacaktır.

TRT döneminde radyonun başka görevlerinin yanı sıra, yayınları ile toplumumuzun eğitim ve kültür düzeyini yükseltmekten; kültür hayatımıza katkıda bulunmaktan sorumlu tutulduğu görülmektir. Bu durumda radyo, kültür kavramının kapsamına girdiği için tiyatroyu da halka mal etmek zorundadır. Ancak radyonun bu görevini yerine getirmesi için Türk halkının büyük bir bölümüne ulaşılabilmesi gerekir. Bu nedenle radyolarımızın yayın alanını ve nüfusumuzun kaçta kaçına ulaşabildiğini belirtmeden, radyonun olanakları konusunda kesin bir görüşe varılamaz.



b)                 Yayın Alanı:
TRT döneminde yayına giren istasyonların adları ve güçleri şöyledir:
           

            İSTASYONUN ADI:              YAYINA GİRİŞ TARİH                                GÜCÜ

            ERZURUM    OD.                              1967                                                   100 KW
            İZMİR            OD                               1967                                                   100 KW
            ÇUKUROVA OD                               1968                                                   300 KW
            DİYARBAKIR KD                             1968                                                       1 KW
            ANKARA       ÇKD                            1968                                                      0,3KW
            DİYARBAKIR  OD                            1969                                                   300  KW

            Son verilere göre radyolarımızın yayın alanı ve ulaştığı nüfus oranı ise şöyledir:

            Mart ayı 1969 sonu itibariyle ruhsatlı radyo sayısı 2.943.343 e ilave olarak .u sayıya çok yakın ruhsatsız radyo bulunmaktadır.  1969 da hizmete girmiş Diyarbakır Radyosu ile 1969 sonunda 456.4 bin km kare iyi dinleme ve 187 bin km kare vasat dinleme alanı olmak üzere yüzölçümü bakımından %83,3 kapsanmış bulunmaktadır. Bu alan içinde nüfusumuzun %80,1 i bulunur.

            1970 yılında 250 kw. Gücünde Antalya orta dalga vericileri servise girecek böylece yüzölçümü bakımından %88.3 ve nüfusun %84.1 i mevcut vericilerle kapsanmış olacaktır.

            Eldeki veriler Türkiye’de en az altı milyon alıcı olduğunu dolayısıyla radyonun ülkemizde geniş dinlenme olanaklarına sahip bulunduğunu göstermektedir. Yayınları arasında tiyatroya da yer verebilen böyle bir aracın ise tiyatro hayatımıza katkıda bulunabileceği ortadadır.  Ancak ülkemizdeki tiyatro hayatının genel görünümünü belirtmeden, radyo tiyatrosuna bu konuda ne görevler düştüğü açıklanamayacağından, Türk Tiyatrosunun sorunlarına da kısaca değinmek yararlı olur.




2)     TİYATRONUN SORUNLARI

A)    Halka ulaşamayan Tiyatro:

Türk tiyatrosunun temel sorunu halka ulaşma olanaklarından yoksun bulunmasıdır. Bugün 67 ilimizden yalnız 4 ya da 5 inde düzenli bir tiyatro hayatı vardır. Çoğu illerimize yılda bir kez olsun herhangi bir tiyatro topluluğu uğramamaktadır. Tiyatrosu olan kentlerde ise halkın ancak çok küçük bir bölümü tiyatroya gidebilmektedir. Zaten eldeki veriler de bu gerçeği destekleyecek niteliktedir. Örneğin, 1966-1967 döneminde Ankara, Adana, Bursa ve İzmir Devlet Tiyatrolarında temsil edilen 22 oyunu, satılan bilet sayısına göre 412.672 kişi; İstanbul Şehir Tiyatrolarında ise temsil edilen 21 oyunu gene satılan bilet sayısına göre 240.901 kişi izlemiştir. Yani bu tiyatrolarda bir yıl içinde yaklaşık olarak 655 bin bilet satılmıştır.  Bu durumda tiyatroya gidebilen kişilerin yılda üç oyun seyrettikleri ileri sürülürse, bilet sayısına bakılarak çıkarılan sonucun üçte biri kadar, yani yaklaşık olarak 220 bin kişinin söz konusu tiyatrolardan yararlandığı ortaya çıkar. Özel, amatör vb. tiyatrolar da göz önünde tutulursa, çok iyimser bir tahminle ülkemizde tiyatroya gidenlerin sayısı 500 bin kadardır denilebilir. Hele bu 500 bin kişinin, yani nüfusun %1-2 sinin belli birkaç kentte yaşadığı düşünülürse, tiyatromuzun halktan ne kadar kopuk olduğu daha iyi anlaşılır. Üstelik Türkiye’de tiyatronun ulaşabildiği toplum kesimine neler verebildiği de ayrı bir sorudur. Acaba bugün Türkiye’deki tiyatro hayatı, topluma ve sanata katkıda bulunabilmekte; ulusal tiyatromuzun oluşmasına ortam hazırlayabilmekte midir? Bu sorulara cevap arandığı zaman şöyle bir sonuca ulaşılmaktadır:

B)     Görevini Yapamayan Tiyatro:

Ülkemizde ödenekli ve özel tiyatroların kendilerine düşen görevleri yeterince yapamadıkları söylenebilir. Çünkü Türkiye’de rasgele ve başıboş bir tiyatro hayatı sürüp gitmektedir. Bu alanda bilinçli çalışmalar yapan tiyatroların sayısı, parmakla gösterilecek kadar azdır. Oysa ülkemizde bir halk okulu sayılan tiyatroya düşen görevler oldukça yoğundur. Bu nedenle ödenekli tiyatrolardan başlayarak yapılamayan görevleri belirtmek ve aksaklıkları açıklamaya çalışmak yararlı olacaktır.

a)                  ÖDENEKLİ TİYATROLAR:

Halkımızın ödediği vergilerle ayakta duran, bu nedenle topluma yararlı olmaktan sorumlu bulunan ödenekli tiyatrolarımız, bir süredir tek yanlı ve yetersiz çalışmalar yapmakta; ödenekli tiyatroların sahip olması gereken anlayıştan çok uzaklara düşmektedir. Çünkü her şeyden önce bu tiyatrolarda oyun seçimi iyi yapılmamaktadır. Söz konusu tiyatroların dağarında genellikle, rasgele seçilmiş izlenimi veren, oysa özenle toplumsal sorunlarımıza değinmeyen oyunlar yer almaktadır. Örneğin bu tiyatrolarda uygarlığın bunalttığı bireyin sorunlarına bol bol yer verilmekte; ancak yoksulluğun, eşitsizliğin, haksızlığın yön verdiği yozlaşma ve bunalımlara ilişen oyunlar nedense pek ele alınmamaktadır.

      Ayrıca ödenekli tiyatrolarımız seyirciye genellikle içinde yaşadığımız dünyanın sadece bir yüzünü gösterecek oyunlar sunmaktadır. Çünkü bu tiyatroların çağdaş dünya dağarından seçtiği oyunlar arasında maddeci dünya görüşünü yansıtan eserlere ve seyirciyi düşünmeye yöneltecek toplumsal bir tezi olan oyunlara rastlanılmamaktadır.

      Ödenekli tiyatrolarımızın kendi oyunlarımız karşısındaki tutumu da ilginçtir. Çünkü bu tiyatrolar köylü oyunlarını, geleneksel tiyatromuzu ve bu gelenekten yararlanılarak yapılmış çağdaş eserleri yok saymakta; bu kaynakları, ulusal tiyatromuzun yaratılmasına katkıda bulunacak biçimde kullanmayı denememektedir. Batı tiyatrosunun etkisiyle oluşan yerli eserlerimizi ise, çoğu kez tam bir kaygısızlık içinde sahneye aktarmaktadır. Bu durumda kendi tiyatromuzu yaratmak için araştırma ve denemeler yapması gereken ödenekli tiyatroların, oyun seçimi konusunda bile istenen amaca hizmet edemediği söylenebilir.
      Görülüyor ki ödenekli tiyatrolarımız, yapısı gereği toplum için sanat olan tiyatroyu amacından saptırmaktadır. Ne var ki söz konusu tiyatrolar, sanat için sanat yapmak gibi çağ dışı, ama hiç değilse belli bir amacı olan çalışmalar içinde bile değildir. Çünkü sanat için sanat yapan bir kurum eser seçimi ve yorum konusunda belli bir düzeyi korumak zorundadır. Oysu bu tiyatrolar eser seçiminde belli bir düzeyi koruyamamaktan başka; sıradan bir takım oyunları renkli, çekici ve başarılı bir yorumla; bazı değerli eserleri ise üstünkörü bir çalışma ile sahneye aktarma çelişkisine sık sık düşmektedir. Ayrıca ödenekli tiyatrolarımızın yorum konusunda zaman zaman çok başarısız olduğu da dikkat çekmektedir. Bütün söylenenlere karşın, ödenekli tiyatroların sanat için sanat yaptığı hala ileri sürülebilirse, bu sanatın dramatik tiyatro üzerine çeşitlemeler olduğu; dolayısıyla çağımızdaki gelişmeleri kapsamaktan çok uzak kaldığı gözden kaçırılmamalıdır.


b)                 ÖZEL TİYATROLAR:

Türkiye’de özel tiyatrolar, kurucusunun sanat ve görev anlayışına göre yönünü çizen, kültür hayatımıza katkıda bulunmaktan sorumlu tutulmayan; devletten maddi ve manevi yardım görmeyen; istatistikler bile girmemiş; başıboş, dayanıksız topluluklardır. Bu nedenle Türkiye’deki özel tiyatrolar, sanat yapmaktan çok, halkın ilgisini çekecek gösteriler yapmaya, dolayısı ile de kazanç sağlamaya çalışan kurumlardır. Bir başka deyişle özel tiyatrolarımızın çoğu, halkın sorunlarını sömüren oyunları ele almakta; bu eserleri tiyatro sanatını yozlaştıran bir tutumla sahneye aktarmaktadırlar. Gerçi bütün olanaksızlıklara karşın, ülkemizde tiyatro hayatına önemli katkılarda bulunabilen topluluklar da vardır. Bu gibi özel tiyatroların yeni bir sistemi tanıtmaya ve benimsetmeye çalışmaları; ulusal tiyatromuza katkıda bulunmak amacıyla denemelere girişmeleri; seçtikleri yerli ve yabancı eserlerle yepyeni görüş açıları sağlamaları; bir başka deyişle ödenekli tiyatroların bıraktığı büyük boşluğu doldurmak gibi saygıdeğer bir amaca yönelme çabaları, hiç kuşkusuz hem sanata hem de topluma büyük yararlar sağlamaktadır. Ancak bu olumlu girişimlerin yanında çoğu özel tiyatroların, sorunlarımıza yenilerini eklemekten öteye geçmedikleri de unutulmamalıdır. Çünkü tiyatro sanatını yavan bir eğlence düzeyine düşüren; halka yanlış görüşler aşılayan; ulusal değerlerimizi yozlaştıran; özetle tiyatro olmayan bir gösteriyi, halka tiyatro diye benimseten sorumsuz özel tiyatroların, çağdaş bir görüş kazanmamıza ya da bilinçlenip, kültürel kalkınmamızı gerçekleştirmemize yardımcı olamayacakları ortadadır.

            Tiyatro sorunlarımız konusunda söylenenleri özetlemek gerekirse, ülkemizde halktan kopuk bir tiyatro hayatının sürüp gittiği; halka ulaşılan kesimlerde de belli amaçlara yönelen bilinçli, planlı ve yeterli çalışmaların yapılamadığı söylenebilir. İşte bu görünüm kültür hayatımızın en önemli sorunlarından birine ortam hazırlamaktadır.



c)                  KİŞİLİĞİNİ BULAMAYAN TİYATRO:

Türkiye’deki tiyatro hayatının, ulusal tiyatromuzun oluşmasına neden engel olduğunu açıklamadan önce, ulusal sanat deyimi ile ne anlatılmak istendiğini belirtmek gerekir.
Ulusal sanat, ürünü olduğu toplumun ayırıcı özelliklerini, yani hayat görüşünü, yaşamını, tutumunu, duygu ve düşünce yapısını, insanlığa katkıda bulunacak biçimde yansıtabilen sanattır. Bu nitelikte bir eser, yaratıldığı ortamın soluğunu, toplumuna özgü bir tavırla sanatlaştırırken; insanlığın ve hayatın cevherini, toplumun yapısına uyan biçimler içinde verecektir.
Bu durumda ulusal tiyatronun yaratılması için her şeyden önce halk yaratıcılığının sanata yön veren bir kaynak durumuna gelmesi zorunludur. Bir başka deyişle ulusal tiyatro konusunda atılacak ilk sağlam adım, halka tiyatro sanatını benimsetmek; onun kendi hayatını sanatlaştırmasına ortam hazırlamaktadır. Çünkü ulusal tiyatromuz bu nitelikteki eserlerin sağlayacağı birikim ürünü olacaktır.
Bu konuda atılması gereken ikinci adım ise öylece sürüp giden tiyatro hayatımızı, ulusal sanatın yaratılmasını sağlayacak biçimde düzenlemektir.
İşte bu nedenlerle, ülkemizde tiyatro konusunda yapılan girişimlerin yeterli olmadığı; daha ayrıntılı çalışmalara yönelmenin gerektiği ve bu alanda radyo tiyatrosuna da pek çok görev düşeceği söylenebilir.



3)     RADYO TİYATROSUNA DÜŞEN GÖREVLER


Türkiye Radyolarının, tiyatroyu topluma tanıtmaya çalışması ve bu sanatın her bakımdan halka yararlı olmasını sağlaması gerekir. Ancak böyle bir amaca rasgele yayınlarla ulaşılamayacağından, radyolarımızın bu alanda bilinçli, planlı ve kaliteli yayınlar yapması zorunludur. Bu nedenle yayınlara yön vermesi istenen söz konusu üç kavramla ne anlatılmaya çalışıldığını belirtmek yerinde olacaktır.

A.     Bilinçli Yayın:

Bir radyonun bilinçli yayın yapması, o radyonun kime seslendiğini ve dinleyicisine ne vermek istediğini bilmesi demektir. Bu nedenle bizim ülkemizde de radyonun, toplumun genel durumunu göz önünde bulundurarak yön vermesi gereklidir.

A)    Dinleyiciyi Tanımak:

Radyo tiyatrosunun yöneldiği dinleyici topluluğu, yetişkin Türk halkıdır. Ülkemizde tiyatroya gidebilen insanların, iyimser bir tahminle nüfusun %1–2 si olduğu düşünülürse, radyonun, tiyatro yayınlarıyla bu sanatı hiç tanımayan bir çoğunluğa yöneltmek zorunda bulunduğu anlaşılır. Ayrıca bu yayın aracının öğrenim düzeyi çok düşük; yaşama koşulları çok ağır olan bir topluma seslendiği de akıldan çıkarılmamalıdır. Türkiye 2/3 ü köyde yaşayan insanların ülkesidir. Türk halkının yarısından çoğu okuma yazma bilmemekte; ülkemizde kişi başına düşen yıllık gelir ortalaması iki bin lirayı biraz aşmaktadır. Türkiye’de insan gibi yaşama olanaklarından yoksun; kuru ekmekle karın doyuran; yaşadığı köyün bile sınırlarını aşamayan büyük bir çoğunluk bulunmaktadır. Ve bu çoğunluk henüz insanlığının bilincine varma fırsatı bulamamıştır. İnsanoğlunun aya gittiği çağda, ülkesinin başkentine bile gelemeyen bu halka ise yalnız tiyatro sanatını tanıtmakla yetinilemeyeceği ortadadır.

B)     Dinleyiciye Katkıda Bulunmak:

Bilinçli yanın kavramı içinde ele alınması gereken bir başka konu da, tiyatro sanatının eğitici niteliğini, kültürel kalkınmamıza yardımcı olacak biçimde kullanmaktır. Çünkü tiyatro halka bir hayat görüşü kazandıracak güce sahiptir. Bu sanatın halkımıza ne yönlerden katkıda bulunabileceği ise şöyle açıklanabilir:

            Tiyatro, yüzyıllar boyunca ya bir savaş aracı ya da tarım gereci olarak değerlendirilen; insan olmanın bilincine varması engellenen Türk halkına, hem kendi değeri, hem de insanın saygınlığı konusunda yeterli bir görüş kazandırılabilir. İnsanı ve hayatı konu edinen tiyatroda kişi bütün kusurları ve yüceliği ile ortaya çıkar; en iyi ve en kötünün yaratıcısı olan insanoğlu etraflıca incelenir. Bu nedenle, eğer istenirse, tiyatronun yardımıyla, halkımızın kendi gücünü ve değerini kavraması, kendine güvenmeyi öğrenmesi sağlanabilir. İnsanın kendi içindeki çeşitliliği; hayat içindeki yeri ve önemi, tiyatro eserinin yoğun yapısı içinde, insan olmanın mutluluğunu ve doygunluğunu duymadan yaşayan halkımıza, rahatça anlatılabilir.

            Öte yandan radyo, sunduğu eserlerle, değişik toplum kesimlerine açıklık kazandırmak ve toplumsal sorunlarımızı tam bir dürüstlükle halka göstermek zorundadır. Çünkü tiyatro sanatı halkı uyaracak güce sahipken, tiyatro programları toplumun sorunlarını tartışan, aksaklıkları eleştiren oyunları kapsamına almazsa, Türk halkına karşı sorumsuz davranmış olur. Oysa sanatın görevi insanlığı uyutmak değil, uyarmaktır. Eğer bir toplumda gelir dağılımı büyük bir dengesizlik gösteriyorsa; kalkınma çabalarının yükünü yoksul köylü, işçi ve memur taşıyorsa; küçük bir azınlık ise yasadışı yollardan edindiği gelirle bey gibi yaşıyorsa, o toplumda zaten eşitsizlik var demektir. Halk zaten bölünmüş; insanlar zaten birbirinden kopmuştur. Bu durumda ulusal bütünlüğü zedelememek için, halkın büyük çoğunluğundan gerçekleri saklamak; her şeyden önce tiyatronun işlevini yapmasını engellemek sayılır.  Onun için bilinçli yayınlar yapan bir radyo, halka, sanatın yardımı ile toplumun durumunu ve toplum içinde halkın yerini göstermekten sorumludur.  Ancak insana kendi durumunu ve toplumunu tanıtan oyunlar yayınlanması da bir radyonun bilinçli yayın yaptığını göstermez. Çünkü tiyatro insana içinde yaşadığı çağı da tanıtacak güce sahiptir.

            Yirminci yüzyıl insanoğlunun yaratma gücü sayesinde kendisini yok etmeye başladığı bir çağdır. Atalarımızın birikmiş deneylerine dayanarak; insanlığın ortak emeğiyle kurulan çağımız uygarlığı, yaratıcılarının çok büyük bir bölümünü yalnız acılarına ve getirdiği felaketlere ortak etmektedir. Üç milyar çevresinde insanın yaşadığı gezegenimizde, açların, çıplakların, yoksulların sayısı iki milyarı aşmaktadır. Yelle yarışan araçların aya ulaştığı bu çağda, milyonlarla insanı kilometreleri yürüyerek tüketmekte; piyasayı yükseltmek için besinlerini denize döken toplumların yanında, açlıktan, yoksulluktan, bakımsızlıktan kırılan uluslar yaşamakta: varlığın ve özgürlüğün bunalttığı sınıflara, aç tutsaklar hizmet vermektedir. Ve insanlığın bu korkunç yozlaşması;  bu dayanılmaz dengesizlik;  akıllara durgunluk veren teknik gelişmelerin, zaman ve uzaklık kavramlarını ortadan kaldırdığı; doğayı denetleyen bilimlerin tanrıya meydan okuduğu; kader gibi, alın yazısı gibi ilkel kavramların çoktan tarihe karıştığı bir çağda sürüp gitmektedir. Dünyanın işte bu görünümünü bizim halkımıza anlatmanın zamanı çoktan gelmiştir ve radyo tiyatrosu çağdaş dünya dağarından seçeceği oyunlarla, sözü edilen gerçeği, bir ölçüde gösterme olanaklarına sahiptir. Çünkü tiyatro bu gibi sorunları,  ya doğrudan doğruya tartışarak ya da dolaylı yollardan yansıtarak belirginleştirmektedir.  Tiyatro bir toplumun bütün üstyapı kurumlarını, dolayısı ile ekonomik durumunu, yoğun biçimde gösterebilen bir sanattır.  Böylesine güçlü bir anlatım aracına sahip olan radyo, eğer isterse, halkımızın çağımızın düzeni içindeki yerini kavramasına yardımcı olabilir.  Üstelik bilinçli bir radyonun bu amaca hizmet etmesi kaçınılmaz bir görevdir.  Çünkü Türk halkı henüz insanın koşullarına göre biçimlendiğinin farkında olmadığından, tam bir yetersizlik duygusu ile ve eziklik içinde, yoksulluğunu, bilgisizliğini, insan gibi yaşayamamasını kendi yetersizliği ile açıklamaktadır.
            Öte yandan radyo, tiyatronun yardımı ile halkımıza insanlığın gelişimi konusunda da bilgi verecek güce sahiptir. Çünkü evrensel tiyatro dağarından, tarihin bir kesimini bütün canlılığı ile yaşatan oyunlar seçerek halka hem tiyatronun, hem insanlık tarihinin belli kesimleri tanıtılabilir.
            Sonuç olarak denilebilir ki bilinçli bir radyo halka tiyatroyu tanıtırken, bu sanatın işlevinden yararlanarak toplumun bilinçlenmesine yardımcı olabilir. Ne var ki böyle bir amaca ulaşmak için, radyonun belli bir yayın planına uyması gerekmektedir.



B.     Bilinçli Yayın:

Türkiye Radyolarında iki ayrı tiyatro programı yayınlanmaktadır. Bu programlardan birisi her gün yayına giren “Arkası Yarın” öteki ise haftada bir yayına giren “Mikrofonda Tiyatro”dur. Radyonun “Mikrofonda Tiyatro” programında, radyo oyunlarını ve sahne eserlerini halka tanıtmayı amaç edinmesi; dramatize edilmiş öykü ve romanları bu programın kapsamına alması yararlı olur. Bu durumda “Mikrofonda Tiyatro” programı, yılda elli çevresinde oyun yayınlayan, dağarı çok zengin bir tiyatro gibi çalışabilecektir. İşte bu programda radyo, tiyatroyu tanıtmanın yanı sıra, halkı bilinçlendirmeyi de amaç edinirse, bir aylık (dört hafta) yayın planını şöyle düzenleyebilir;


1 inci Hafta:   Dünya Tiyatro Dağarından Seçilen Klasik Bir Oyun…
2 nci Hafta:    Yerli Oyun…
3 üncü Hafta: Çağdaş Dünya Tiyatrosundan Bir Örnek…
4 üncü Hafta: Telif Radyo Oyunu…

            Bu durumda radyo dört haftada bir yayınlayacağı dünya tiyatro dağarından seçilmiş oyunlarla örnek bir repertuar tiyatrosu gibi çalışabilir. Antik eserlerle başlayıp çağdaş bir oyunla tamamlanan ve tarih sırası izlenen 12 oyunluk böyle bir dizi ile hem tiyatro sanatının gelişimi hem de insanlığın ve toplumların evrimi konusunda bilgi verilebilir. Ancak bu dizinin amacına ulaşması, oyunların başına ya da sonuna eklenecek çok kısa ama açık, özlü ve yeterli bilgilerle sağlanabilir. Eserin yaratıldığı ortamı, yazarın toplumsal durumunu ve çağın özelliğini aydınlığa çıkaracak nitelikteki açıklamalar, dinleyicinin belli bir görüş kazanmasına yardımcı olabilir. Böyle bir dizinin, tiyatroların bıraktığı boşluğu dolduracağı da göz önünde bulundurulursa, yararı daha kolay anlaşılır.
            Önerilen planda radyonun 15 günde bir yerli oyun yayınlanması istenmiştir. Bu isteğin en önemli nedeni, genel düzeyi daha önce açıklanan radyo dinleyicisini hem bilinçlendirmek hem de programa bağlamaktır. Çünkü çok yoksul bir söz dağarına sahip olan; ana dilini bile yeterince anlamayan büyük çoğunluğu, yabancı oyunlarla programa çekmek söz konusu olamaz. Oysa radyonun asıl amacı, bu nitelikteki kişilere tiyatroyu benimsetmek ve sanatın aracılığıyla katkıda bulunmak olacaktır. Onun için özellikle yerli oyunların seçimine ve yayın planına büyük önem verilmesi gerekir.
            On beş günde bir yayınlanması istenen yerli oyunları, iki ayrı dizi meydana gelecek biçimde düzenlemek yararlı olur. Bu dizilerden birinde,  geleneksel Türk Tiyatrosundan başlayıp günümüze ulaşan çizgi üzerinde yer alan ve hem tiyatronun, hem de toplumun değişimini, gelişimini yansıtan oyunlar yayınlanabilir. Seçilen oyunların sanat yönünden olduğu kadar toplumu yansıtmak bakımından da yeterli bulunması, halkın hem seçkin yerli örneklerle tanışmasını; hem de toplumumuzu, insanlarımızı değerlendirmesini, bozulmaları, çözülmeleri görmesini sağlayabilir. Oyunların başına çok kısa açıklamaların konulması, bu yolla kazandırılacak görüş açısını büsbütün genişletebilir. Ancak bu dizide yayınlanan oyunların halk tarafından kolayca anlaşılması, yorumla daha da anlaşılır kılınması zorunludur. Çünkü halk tiyatronun kendisine yabancı ve toplumdan çok uzaklaşmış bir sanat olduğunu sezerse, bu sanatı benimsemek istemez. Bu nedenle soyut oyunları, hayatı bizim toplumumuza aykırı düşecek bir anlayışla yorumlayan eserleri ve halka tepeden bakan, onu yok sayan sanat anlayışını radyodan yansıtmak gereksizdir. Yalnız aydın bir azınlığın sanatı olan bu nitelikteki tiyatroyu, yurt çapında yayın yapan radyolar benimseyemez. Sanatı sanat için yapan yazarların Türkiye radyolarındaki yeri, ancak ikinci programlardır. Özellikle yerli oyunlara ayrılan yayın saatlerinde halka seslenebilen ve topluma katkıda bulunabilecek oyunlara yer vermek, bu sanatın dana kolaylıkla benimsenmesine yardımcı olur.
            Yerli oyunlardan meydana gelecek ikinci dizinin ise, radyo için yazılmış, radyonun amaçlarına hizmet eden ve tutumunu yansıtan eserlerden meydana gelmesinde yarar vardır. Halkın tiyatroyu, kendisini, çevresini, toplumunu ve sorunlarını tanımasını sağlayacak böyle bir dizi ile radyo, çok saygın bir amaca yönelebilir. Çünkü yalın, açık ve çekici oyunlarla halkı kavramak; ona ulaşabilmek, toplumun tiyatroyu benimsemesine yol açmak demektir. 

Hiç yorum yok: