HANDE DEMİRCİOGLU
( BİRGÜN GAZETESİ)
Dramafon
15 Mayıs 2008
Bir cumartesi gecesi, metropolün göbeğindeki odanızda uyanırsınız ve
hiçbir şey görmeden, kentin geceyi dolduran, dinmek bilmeyen –sessizliği
büsbütün belirli hale getiren- seslerini duyarsınız. Sistemin yalnızlığı
gidermenin yolu olarak sunduğu hayata karışma formülünü uygulamak yerine;
pencereleri sıkıca kapatıp radyonun düğmesini çevirmeyi tercih edebilir ve Jean
Paul Sartre’ın “Gizli Oturum” oyununu, radyofonik oyun olarak dinlersiniz. Gece Tiyatrosu başlamıştır. Zamanın akışı ve o andan
itibaren gerçekleşen her durum kişinin zihin tiyatrosu kurmasına hizmet eder.
Günümüz yaşama pratikleri göz önüne alındığında anlattığımın gerçeküstü bir
durum olduğunu düşünenler çıkacaktır. Onlara, 17.05.08 gece yarısından sonra
TRT1 radyo frekansını açmalarını önerebilirim. Victor Hugo’nun, Hernani’si ile
karşılaşabilirler.
Bu deneyimi gerçek kılan ve yazının da odağını oluşturan Dramafon
dergisinden bahsetmem gerekir elbette.
“Lütfen televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız “ diyor, Dramafon. Yayıncılığımızda bir ilk başarılıyor “Radyo
oyunu ve radyo kültürü dergisi” konseptiyle tanışıyoruz. Kıvanç Nalça , “Neden hala
radyo oyunu?” başlıklı yazısını “Çünkü radyo oyunu, ‘Dramafon’ özgün ve
bağımsız bir disiplindir.” diyerek noktalamış. Bu sayı Samuel Beckett’i analiz
ediyor. Radyo oyunları ve coğrafyamızdaki gelişimi ile ilgili bilgi vb. pek çok
konuda çerçeve çizilmiş. Tarsım ve içerik, Dramafon’un avangard duruşunu ve
sesini kanıtlıyor. Konu ile ilgili ya da ilgisiz, sadece avangard ya da “başka”
bir deneyim yaşamak isteyenlerin, Dramafon dergisinden bir tane satın
almalarını içtenlikle önerebilirim.
Küçük tek bir hamlenin yol
açacağı itaatsizliği, birlikte deneyimleyebiliriz! Zaten çıkış yok ya da var
biz göremiyoruz. Ama ne olursa olsun, insanın insanca yaşaması gerekliliğinin
bilinciyle denemekten başka şansımızın olmadığını da biliyoruz.
Dramafon’dan hareketle, radyofonik oyunun ne’liği üzerine düşünüyorum.
Kanımca, radyofonik oyunun dinleyiciler tarafından izlenmesi, insanın en ilkel
durumlarından birini aksettirir. Bu ilkel durum, insanın yalnızlık içinde
bulunması ve bu yalnızlıktan sıyrılmak, kurtulmak isteğini, hatta zorunluluğunu
duyması halidir. Ama insan bu yalnızlığından sıyrılamaz, çünkü konuşacak
kimsesi yoktur. Konuş ki seni göreyim
diyor Aristoteles. Konuş ki seni göreyim…
Kişi, radyosunun bir düğmesine basıyor. O anda sesler duyuluyor bu
sesler ona yardım ediyor. Artık sessiz monolog bitiyor ve diyalog başlıyor.
Gerçeküstüde olsa bu diyalog olagelmektedir, sürmekte, varolmaktadır…
Radyofonik oyunu, edebi tür olarak ilginç kılan, belki de hayali- görünmeyen
bir diyalogun olagelmesi ve bu gerçeküstü olayın gerçek bir sonuca varmasıdır.
Bu haliyle dramafon( radyofonik oyun) modern edebiyata ya da “modernizm”e
eklemlenir. Somut ve soyut karışır, zamanda boşluk, zamanda yırtılma ya da
kayma ya da süreklilik yaratılabilinir. Dramafon; gerçeküstü bir oyundur, moral
değer taşımaktadır…
Televizyonun dalgalarına hapsolmuş yığınlar için yukarıdaki kavramlar
şimdilik bir şey ifade etmese de geleceğin değerlerinin bu kavramlar üzerinden
örgütleneceğini görebiliyoruz. İleri kapitalizmin yavaş yavaş tıkandığı ve
tıkanacağından hareketle (Bu bir iyi niyet cümlesi değil) bir gereklilik,
zorunluluk hali olarak “sanat ve sanat yapıtı” kılavuzumuz olacaktır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder