2 Nisan 2012 Pazartesi

Dramafon (15 Mayıs 2008 BİRGÜN GAZETESİ)






HANDE DEMİRCİOGLU
( BİRGÜN GAZETESİ)

Dramafon
15 Mayıs 2008
     
Bir cumartesi gecesi, metropolün göbeğindeki odanızda uyanırsınız ve hiçbir şey görmeden, kentin geceyi dolduran, dinmek bilmeyen –sessizliği büsbütün belirli hale getiren- seslerini duyarsınız. Sistemin yalnızlığı gidermenin yolu olarak sunduğu hayata karışma formülünü uygulamak yerine; pencereleri sıkıca kapatıp radyonun düğmesini çevirmeyi tercih edebilir ve Jean Paul Sartre’ın “Gizli Oturum” oyununu, radyofonik oyun olarak dinlersiniz.  Gece Tiyatrosu başlamıştır. Zamanın akışı ve o andan itibaren gerçekleşen her durum kişinin zihin tiyatrosu kurmasına hizmet eder. Günümüz yaşama pratikleri göz önüne alındığında anlattığımın gerçeküstü bir durum olduğunu düşünenler çıkacaktır. Onlara, 17.05.08 gece yarısından sonra TRT1 radyo frekansını açmalarını önerebilirim. Victor Hugo’nun, Hernani’si ile karşılaşabilirler.
Bu deneyimi gerçek kılan ve yazının da odağını oluşturan Dramafon dergisinden bahsetmem gerekir elbette.  “Lütfen televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız “ diyor, Dramafon.  Yayıncılığımızda bir ilk başarılıyor “Radyo oyunu ve radyo kültürü dergisi” konseptiyle tanışıyoruz. Kıvanç Nalça, “Neden hala radyo oyunu?” başlıklı yazısını “Çünkü radyo oyunu, ‘Dramafon’ özgün ve bağımsız bir disiplindir.” diyerek noktalamış. Bu sayı Samuel Beckett’i analiz ediyor. Radyo oyunları ve coğrafyamızdaki gelişimi ile ilgili bilgi vb. pek çok konuda çerçeve çizilmiş. Tarsım ve içerik, Dramafon’un avangard duruşunu ve sesini kanıtlıyor. Konu ile ilgili ya da ilgisiz, sadece avangard ya da “başka” bir deneyim yaşamak isteyenlerin, Dramafon dergisinden bir tane satın almalarını içtenlikle önerebilirim.

 Küçük tek bir hamlenin yol açacağı itaatsizliği, birlikte deneyimleyebiliriz! Zaten çıkış yok ya da var biz göremiyoruz. Ama ne olursa olsun, insanın insanca yaşaması gerekliliğinin bilinciyle denemekten başka şansımızın olmadığını da biliyoruz.            
Dramafon’dan hareketle, radyofonik oyunun ne’liği üzerine düşünüyorum. Kanımca, radyofonik oyunun dinleyiciler tarafından izlenmesi, insanın en ilkel durumlarından birini aksettirir. Bu ilkel durum, insanın yalnızlık içinde bulunması ve bu yalnızlıktan sıyrılmak, kurtulmak isteğini, hatta zorunluluğunu duyması halidir. Ama insan bu yalnızlığından sıyrılamaz, çünkü konuşacak kimsesi yoktur.  Konuş ki seni göreyim diyor Aristoteles. Konuş ki seni göreyim…
Kişi, radyosunun bir düğmesine basıyor. O anda sesler duyuluyor bu sesler ona yardım ediyor. Artık sessiz monolog bitiyor ve diyalog başlıyor. Gerçeküstüde olsa bu diyalog olagelmektedir, sürmekte, varolmaktadır… Radyofonik oyunu, edebi tür olarak ilginç kılan, belki de hayali- görünmeyen bir diyalogun olagelmesi ve bu gerçeküstü olayın gerçek bir sonuca varmasıdır. Bu haliyle dramafon( radyofonik oyun) modern edebiyata ya da “modernizm”e eklemlenir. Somut ve soyut karışır, zamanda boşluk, zamanda yırtılma ya da kayma ya da süreklilik yaratılabilinir. Dramafon; gerçeküstü bir oyundur, moral değer taşımaktadır…     
Televizyonun dalgalarına hapsolmuş yığınlar için yukarıdaki kavramlar şimdilik bir şey ifade etmese de geleceğin değerlerinin bu kavramlar üzerinden örgütleneceğini görebiliyoruz. İleri kapitalizmin yavaş yavaş tıkandığı ve tıkanacağından hareketle (Bu bir iyi niyet cümlesi değil) bir gereklilik, zorunluluk hali olarak “sanat ve sanat yapıtı” kılavuzumuz olacaktır…

Hiç yorum yok: